24 Nisan 2021 Cumartesi

Tarihin En Büyük Felaketi: Çernobil

 Öncelikle Çernobil nedir onu konuşalım, Çernobil o dönem SSCB'ye bağlı Ukrayna'nın  Pripyat kentinin yakınındaki bir nükleer santralin ismidir. Yani hepimizin bildiği o büyük felaketin adı...









Tarih 26 Nisan 1986, Çernobil felaketinin yaşandığı gün.
Tesiste test yapılacaktır ve bu yüzden mühendislerden gücün yarıya indirilmesi istenir ama bu işi yapacak olan kişilerin testten haberi yoktur. Olsa bile nasıl yapacaklarını bilmemektedirler.
Ama bir şekilde yaptılar ve gücü yarıya indirdiler ama bir sıkıntı vardır, güç göstergesi durmuyor ve sayılar sürekli değişiyor.











Durum kontrolden çıkıyor, bir şey yapmaları lazım. Yapacabilecekleri son şeyi yapıyorlar ve acil durum kapatma düğmesine basıyorlar.
Ve her şey ondan sonra başlıyor.

Patlamada reaktörün çekirdeği erimiş ve radyasyon hızla yayılmaya başlamıştır.
Hükümet bunun o kadar da ciddi bir şey olmadığını yangının itfaiyeciler tarafından hızla söndürüldüğünü söylemektedir.
Ama durum bu kadar basit değil.










Yangını söndürmeye giden itfaiyecilerin hepsi bir süre sonra hastalandı ve öldüler.
Yardıma giden madencilerin de sonu farklı olmadı.
Yüzlerce insan öldü. Binlerce kişi kansere yakalandı. O dönemde sonra doğan bebekler de hastalıklıydı, bir çoğu anne karnında öldü

Şehir geç de olsa boşaltıldı. Sadece yetkili kişiler gidip gelebiliyordu. İnsanlar gönderildi ama hayvanlar hâlâ oradaydı.
Şehirdeki hayvanlar hastalığı taşır tehlikesiyle tek tek öldürüldü ve üstlerine beton atılarak toprağa gömüldü.
Ve bizim bilmediğimiz birçok şey yapıldı.












Olay artık sadece Ukrayna'yı değil bütün dünyayı ilgilendiriyordu. Çünkü radyasyon havaya karışmış, yağmur ve rüzgarlar her yere dağılmış.
Hatta o dönemden sonra Karadeniz'deki kanser ve oranları da artmış.
Doğan bebeklerde hastalıklar tespit edilmeye başlanmıştı.

Bugün hâlâ etkileri devam eden bu felaket hakkında birçok yazı yazıldı, film ve dizi çekildi.

Dizi demişken bu yazıyı yazarken de çok yararlandığım ve  sadece 5 bölümden oluşan Çernobil dizisini önereyim.
















21 Nisan 2021 Çarşamba

Truman Show

 





















Bugün yapısı bakımından değişik bir film olan truman showdan bahsedeceğim.

Film çok etkileyici ve bir o kadar da düşündürücü. Filmi izlerken aklıma hep George Orwell'ın 1984 kitabı geldi.
Dış ortamdan habersiz, yönetimin istediği şeyleri okuyabilir, görebilir, duyabilir ve hatta düşünebilirsiniz.
Ama bunların hepsi sizin iyliğiniz içindir(!).


Film aslında Truman BURBANK'in hayatının bir dizi şeklinde yayınlanmasını konu alıyor.
Ama Truman bundan habersizdir ve 30 yaşına kadar bundan haberi olmayacaktır.

Truman dışında filmdeki herkes bir senaryo ürünüdür ve buna Truman'ın ailesi de dahil.

Truman bir gün şüphelenmeye başlar, her şey çok normaldir başka bir deyişle her şey aynıdır. Aynı insanlar, aynı konuşmalar, aynı işler...

Artık her şeyin farkındadır Truman, bunların hepsi bir senaryodur ve herkes ona yalan söylemiştir.

Peki ama nasıl çıkacak bu yerden?
Fiji'ye nasıl gidecek?
Ya da gidebilecek mi? 

Orasını da izleyerek öğrenin.








17 Nisan 2021 Cumartesi

Özledim Seni

Özledim seni…

ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.

beynimi uyuşturuyor özlemin…

çok sık birlikte olmasak bile

benimle olduğunu bilmenin

bunca zamandır içimi ısıttığını

yeni yeni anlıyorum

Yokluğun,

Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp

mütemadiyen bir boşluğa

Sabahları seni okşayarak başlamaları

aksamları her isi bir kenara koyup

seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;

oynaşmalarımızı,

yürüyüşlerimizi,

sevimli haşarılığını,

çocuksu küskünlüğünü…

Nasılda serttin başkalarına karşı

beni savunurken;

ve ne kadar yumuşak

bir çift kısık gözle kendini

ellerimin okşayışına bırakırken

Gitmeni asla istemediğim halde

buna mecbur olduğunu görmek

ve sana bunları söylemeden

”git artık” demek

”beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk

kavuşacaksın mutluluğa”

demek sana nede zor

seni görmemek ve belki yıllar sonra

karsılaştığımızda

bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden…

yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek….


CAN YÜCEL 



Hoş Geldin Kadınım

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin 

yorulmuşsundur; 

nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını  

ne gül suyum ne gümüş leğenim var, 

susamışsındır; 

buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim 

acıkmışsındır; 

beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam 

memleket gibi yoksuldur odam. 


Hoş geldin kadınım benim hoş geldin 

ayağını basdın odama 

kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi 

güldün, 

güller açıldı penceremin demirlerinde 

ağladın, 

avuçlarıma döküldü inciler 

gönlüm gibi zengin 

hürriyet gibi aydınlık oldu odam... 

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.


NAZIM HİKMET RAN 





Bence Şimdi Sen De Herkes Gibisin

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor

Onlardan kalbime sevda geçmiyor

Ben yordum ruhumu biraz da sen yor


Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece

Kaçıyorum bugün senden gizlice


Kalbime baktım da işte iyice

Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim


Maziye karıştı şimdi yeminim

Kalbimde senin için yok bile kinim

Bence sen de şimdi herkes gibisin


NAZIM HİKMET RAN 






Güz

 Günler gitgide kısalıyor, 

yağmurlar başlamak üzre. 

Kapım ardına kadar açık bekledi seni. 

Niye böyle geç kaldın? 


Soframda yeşil biber, tuz, ekmek. 

Testimde sana sakladığım şarabı 

içtim yarıya kadar bir başıma 

seni bekleyerek. 

Niye böyle geç kaldın? 


Fakat işte ballı meyveler 

dallarında olgun, diri duruyor. 

Koparılmadan düşeceklerdi toprağa 

biraz daha gecikseydin eğer... 

Nazım Hikmet Ran



Etme

 Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.

Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı? 

Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme.

Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru.

Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.

Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için...

Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.

Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi,

Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.

Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan. 

Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan.

Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer; 

Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.

Ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi,

Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize,

O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme.

Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle.

Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.

Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı.

Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme. 

İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil.

Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme


MEVLANA




Lavinia

Sana gitme demeyeceğim.

Üşüyorsun ceketimi al.

Günün en güzel saatleri bunlar.

Yanımda kal.


Sana gitme demeyeceğim.

Gene de sen bilirsin.

Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,

İncinirsin.


Sana gitme demeyeceğim,

Ama gitme, Lavinia.

Adını gizleyeceğim

Sen de bilme, Lavinia.

 ÖZDEMİR ASAF 







3 Nisan 2021 Cumartesi

Uy Havar

    Yangınlar,

   Kahpe fakları,

   Korku çığları

   Ve irin selleri, aç yırtıcılar,

   Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.

   Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!   

   Pusatsız, duldasız, üryan

   Bir cana bir de başa

   Seher vakti leylim - leylim

   Cellat nişangahlar aynasındasın.

   Oy sevmişem ben seni...


   Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu!

   He canım...

   Çiçekdağı kıtlık, kıran,

   Gül açmaz, çağla dökmez.

   Vurur alnım şakına

   Vurur çakmaktaşı kayalarıyla

   Küfrünü, Medetsiz, Munzur.

   Şahmurat Suyu kan akar

   Ve ben şairim.


   Namus işçisiyim yani

   Yürek işçisi.

   Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,         

   Ne salkım bir bakış

   Resmin çekeyim,

   Ne kınsız bir rüzgar

   Mısra dökeyim.

   Oy sevmişem ben seni...


   Ve sen daha demincek,

   Yıllar da geçse demincek,

   Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,

   Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,

   Yaran derine gitmiş,

   Fitil tutmaz, bilirim.

   Ama hesap dağlarladır,

   Umut, dağlarla.


   Düşün, uzay çağında bir ayağımız,

   Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri

   Düşün, olasılık, atom fiziği

   Ve bizi biz eden amansız sevda,

   Atıp bir kıyıya iki zamanı

   Yarının çocukları, gülleri için,

   Koymuş postasını,

   Görmüş restini.

   He canım,

   Sen getir üstünü.


   Uy havar!

   Muhammed, İsa aşkına,

   Yattığın ranza aşkına,

   Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!     

   Benim de boş yanım hançer yalımı

   Ve zulamda kan - ter içinde asi,

   He desem, koparacak dizginlerini

   Yediveren gül kardeşi bir arzu

   Oy sevmişem ben seni...


Ahmet Arif 



Mona Rosa

 Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. 

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.

Kanadı kırık kuş merhamet ister. 

Ah senin yüzünden kana batacak. 

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

Ulur aya karşı kirli çakallar, 

Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.

Mona Rosa bugün bende bir hal var. 

Yağmur iri iri düşer toprağa,

Ulur aya karşı kirli çakallar.

Açma pencereni perdeleri çek, 

Mona Rosa seni görmemeliyim.

Bir bakışın ölmem için yetecek. 

Anla Mona Rosa ben bir deliyim. 

Açma pencereni perdeleri çek.

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi, 

Bende çıkar güneş aydınlığına.

Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi. 

Seni hatırlatır her zaman bana.

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar 

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar, 

Işıksız ruhumu sallar da durur.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

Ellerin, ellerin ve parmakların 

Bir nar çiçeğini eziyor gibi.

Ellerinden belli olur bir kadın, 

Denizin dibinde geziyor gibi.

Ellerin, ellerin ve parmakların.

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona. 

Saat onikidir söndü lambalar

Uyu da turnalar girsin rüyana, 

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.

Akşamları gelir incir kuşları, 

Konarlar bahçemin incirlerine.

Kiminin rengi ak kiminin sarı. 

Ah beni vursalar bir kuş yerine.

Akşamları gelir incir kuşları.

Ki ben Mona Rosa bulurum seni 

İncir kuşlarının bakışlarında.

Hayatla doldurur bu boş yelkeni. 

O masum bakışların su kenarında.

Ki ben Mona Rosa bulurum seni.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa. 

Henüz dinlemedin benden türküler.

Benim aşkım uymaz öyle her saza. 

En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

Artık inan bana muhacir kızı, 

Dinle ve kabul et itirafımı. 

Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı 

Alev alev sardı her tarafımı.

Artık inan bana muhacir kızı.

Yağmurdan sonra büyürmüş başak, 

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.

Bir gün gözlerimin ta içine bak 

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.

Yağmurdan sonra büyürmüş başak.

Altın bilezikler o kokulu ten 

Cevap versin bu kuş tüyüne.

Bir tüy ki can verir gülümsesen, 

Bir tüy ki kapalı geceye güne.

Altın bilezikler o kokulu ten.

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. 

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.

Kanadı kırık kuş merhamet ister, 

Ah senin yüzünden kana batacak. 

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.


Sezai Karakoç 



Bir Garip Orhan Veli

 İstanbul’da Boğaziçi’nde 

Bir garip Orhan Veli’yim 

Veli’nin oğluyum 

Tarifsiz kederler içindeyim

Rumeli Hisarı’na oturmuşum 

Oturmuş da bir türkü tutturmuşum

İstanbul’un mermer taşları 

Başıma da konuyor martı kuşları 

Gözlerimden boşanır hicran yaşları 

Edalım… 

Senin yüzünden bu halim.

İstanbul’un orta yeri sinema 

Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama 

El konuşurmuş, görüşürmüş bana ne

Sevdalım… 

Boynuna vebalim

İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim 

Bir garip Orhan Veli’yim


Orhan Veli





Hasretinden Prangalar Eskittim

    Seni, anlatabilmek seni.

   İyi çocuklara, kahramanlara.

   Seni anlatabilmek seni,

   Namussuza, halden bilmeze,

   Kahpe yalana.


   Ard- arda kaç zemheri,

   Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.

   Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...           

   Bir ben uyumadım,

   Kaç leylim bahar,

   Hasretinden prangalar eskittim.

   Saçlarına kan gülleri takayım,

   Bir o yana 

   Bir bu yana...


   Seni bağırabilsem seni,

   Dipsiz kuyulara,

   Akan yıldıza,

   Bir kibrit çöpüne varana,

   Okyanusun en ıssız dalgasına

   Düşmüş bir kibrit çöpüne.


   Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,

   Yitirmiş öpücükleri,

   Payı yok, apansız inen akşamlardan,

   Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,

   Seni anlatabilsem seni...

   Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır

   Üşüyorum, kapama gözlerini...


AHMET ARİF 





Ay Karanlık

     Maviye

    Maviye çalar  gözlerin,

    Yangın mavisine

    Rüzgarda asi,

    Körsem,

    Senden gayrısına yoksam,       

    Bozuksam,

    Can benim, düş benim,

    Ellere nesi?

    Hadi gel,

    Ay karanlık...


    İtten aç,

    Yılandan çıplak,

    Vurgun ve bela

    Gelip durmuşsam kapına

    Var mı ki doymazlığım?

    İlle  de ille

    Sevmelerim,

    Sevmelerim gibisi?

    Oturmuş yazıcılar

    Fermanım yazar

    N'olur gel,

    Ay karanlık...


    Dört yanım puşt zulası,

    Dost yüzlü,

    Dost gülücüklü

    Cıgaramdan yanar.

    Alnım öperler,

    Suskun, hayın, çıyansı.

    Dört yanım puşt zulası,

    Dönerim dönerim çıkmaz.

    En leylim  gecede ölesim tutmuş,

    Etme gel,

    Ay karanlık...

                   

Ahmet Arif 





Kaldırımlar

 I

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; 

Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.

Yolumun karanlığa saplanan noktasında,

Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; 

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.

İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık; 

Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor; 

Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...

Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor; 

Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; 

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.

Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; 

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; 

Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! 

Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; 

Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; 

İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.

Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; 

Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; 

Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! 

Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; 

Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; 

Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.

Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,

Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...

II

Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,

Etinle, kemiğinle, sokakların malısın! 

Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,

Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!

Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,

Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.

Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri; 

Onun taşı erimiş, senin kafatasında.

İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var; 

Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.

Dünyada taşınacak bir kuru başınız var; 

Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.

Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur! 

Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.

Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur...

Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...

III

Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,

Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.

Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,

Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.

Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,

Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.

Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,

Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.

Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım; 

Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,

Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.

Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan; 

Bana rahat bir döşek serince yerin altı,

Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan


NECİP FAZIL KISAKÜREK 






Sazıma

 Ben gidersem sazım sen kal dünyada

Gizli sırlarımı aşikar etme

Lal olsun dillerin söyleme ya da

Garip bülbül gibi ah-u zar etme

Gizli dertlerimi sana anlattım

Çalıştım sesimi sesine kattım

Bebe gibi kollarımda yaylattım

Hayali hatır et beni unutma

Bahçede dut iken bilmezdin sazı

Bülbül konar mıydı dalına bazı

Hangi kuştan aldın sen bu avazı

Söyle doğrusunu gel inkar etme

Benim her derdime ortak sen oldun

Ağlarsam ağladın gülersem güldün

Sazım bu sesleri turnadan m'aldın

Pençe vurup sarı teli sızlatma

Ay geçer yıl geçer uzarsa ara

Giyin kara libas yaslan duvara

Yanından göğsünden açılır yara

Yar gelmezse yaraların elletme

Sen petek misali Veysel'de arı

İnleşir beraber yapardık balı

Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı

Ben babamı sen ustanı unutma


AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU 







Göğe Bakma Durağı

 İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım

Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından

Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından

Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar

Şu aranıp duran korkak ellerimi tut

Bu evleri atla bu evleri de bunları da

Göğe bakalım


Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım

İnecek var deriz otobüs durur ineriz

Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya

Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum

Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun

Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam

Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım

Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda

Beni bırak göğe bakalım


Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım

Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum

Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi

Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor

Seni aldım bu sunturlu yere getirdim

Sayısız penceren vardı bir bir kapattım

Bana dönesin diye bir bir kapattım

Şimdi otobüs gelir biner gideriz

Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç

Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin

Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat

Durma kendini hatırlat.

     TURGUT UYAR




Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var

 Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:

Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi

Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten

Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği


İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne

Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa

Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır

Kopmaz kökler salmaktır oraya


Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını

Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin

Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara

Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin


İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine

Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına


İnsan balıklama dalmalı içine hayatın

Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına


Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar

Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın

Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu

Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın


Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle

Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı

Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına

Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı


Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:

Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına

Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır

Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana


Ataol Behramoğlu 



Gözlerim Gözlerine

 Hep böyle  çocuksu mu bakar senin gözlerin?

Hep böyle içinde  uzak bir işik mi yanar?

Bakişlarinda beni dinlendiren bir şey var;

Kiyisindaymiş gibi en sakin  denizlerin...

Bir yelkenliyim şimdi  ben senin limaninda

Firtinalardan geldim sende dinleniyorum.

Bu huzur, bu sessizlik  hiç  bitmesin diyorum;

En eşsiz dakikalar  sürsün senin yaninda...


Hiç yumma gözlerini, işigin eksilmesin,

Gündüzüm aydinligim, ipek  böcegim benim!

Güz bahçemde açilmiş o son çiçegim benim!


Yorgun kalbim seninle elem nedir bilmesin;

Ayirma gözlerimden  çocuksu gözlerini,

O sakin o yalansiz, o kuytu  gözlerini.


ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN 




Akıl Gözü

 Seni bulmaktan önce aramak isterim.

Seni sevmekten önce anlamak isterim.

Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de,

Sana hep, hep yeniden başlamak isterim.


    ÖZDEMİR ASAF 



Bilisorum Sana Giden...

 Biliyorum sana giden yollar kapalı

Üstelik sen de hiçbir zaman sevmedin beni


Ne kadar yakından ve arada uçurum;

İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi


Uyandım uyandım, hep seni düşündüm

Yalnız seni, yalnız senin gözlerini


Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım

Ben artık adam olmam bu derde düşeli


Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya

Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki


Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi

Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği


Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;

Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki


Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor

Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini


Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;

Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri


Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım

Bu böyle pek de kolay değil gerçi...


Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;

Bunun verdiği mutluluk da az değil ki


Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,

Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki


İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,

Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:


Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu

Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri.


               CEMAL SÜREYYA 




Bekleyen

 Sen, kaçan ürkek ceylânsın dağda,

Ben, peşine düşmüş bir canavarım! 

İstersen dünyayı çağır imdada; 

Sen varsın dünyada, bir de ben varım!

Seni korkutacak geçtiğin yollar,

Arkandan gelecek hep ayak sesim.

Sarıp vücudunu belirsiz kollar,

Enseni yakacak ateş nefesim.

Kimsesiz odanda kış geceleri,

İçin ürperdiği demler beni an! 

De ki: Odur sarsan pencereleri,

De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!

Göğsümden havaya kattığım zehir,

Solduracak bir gül gibi ömrünü,

Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir,

Bana kalacaksın yine son günü.

Ölürsün... Kapanır yollar geriye; 

Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.

Varılmaz hayale işaret diye,

Toprağında bir taş olur, beklerim...

NECİP FAZIL KISAKÜREK




2 Nisan 2021 Cuma

Kozmos

 Merhaba

Bugünkü yazımda sizlere yeni bitirdiğim Carl Sagan'ın "Kozmos" kitabını anlatacağım ama önce bir Carl Sagan'ı tanıyalım.




Carl Sagan Kimdir? 

Carl Edward Sagan 1934-1996 yılları arasında yaşamış Yahudi kökenli bir bilim insanıdır.
Genellikle bilimin popülerleşmesi için yaptığı çalışmalarla bilinen Carl Sagan tv programı dahil birçok projede bulunmuştur.

O dünyadışı akıllı varlıkları araştırılmasını çok istiyordu ve bu konuda çok çalışma yapmıştır. Dünyadışı akıllı varlıkların bizi fark etmesi için Voyager dahil olmak üzere birçok uzay aracının üzerine plaka yerleştirmiştir.

En sonunda da bir kemik hastalığına yakalanıp aramızdan ayrılmıştır.

Şimdi Sagan'ın hem bir tv projesi hem de en bilinen kitaplarından biri olan Cosmos'u(Kozmos) inceleyeceğiz.











Kozmos

Carl Sagan kozmos için " Kozmos'un keşfi, kendi kendimizi keşif yolculuğudur..." demiştir.
Kitap 13 bölümden oluşmaktadır ve Sagan her bölümde gerek  tarihi gerek  felsefi birçok konudan bahsetmiştir.
Bu konular üzerine çalışmış birçok bilim insanını da anlatmış ve onların çalışmalarından bahsetmiş.
Yani anlayacağınız kitap bir bilimkurgu tarzında değil de bir bilim tarihi gibi de yazılmış diyebiliriz.

Ben okurken çok  zevk aldım umarım sizin için de öyle olur.

  • Kozmik Okyanus Suları 
  • Kozmik Arayışta Tek Ses
  • Dünyaların Uyumu
  • Cennet ve Cehennem
  • Kırmızı Bir Gezegene İlişkin Hülyalı Düşünceler
  • Gezginci Öyküleri
  • Gecenin Belkemiği
  • Zaman ve Mekan İçinde Yolculuklar
  • Yıldızların Yaşam Süreleri
  • Sonsuzluğun İpucu
  • Anıların Israrı
  • Gök Kıtası Ansiklopedisi
  • Yerküremiz Adına Kim Söz Hakkına Sahip 






Masa Da Masaymış Ha

 Adam yaşama sevinci içinde  

Masaya anahtarlarını koydu  

Bakır kaseye çiçekleri koydu  

Sütünü yumurtasını koydu  

Pencereden gelen ışığı koydu  

Bisiklet sesini çıkrık sesini  

Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu  

Adam masaya  

Aklında olup bitenleri koydu  

Ne yapmak istiyordu hayatta   

İşte onu koydu  

Kimi seviyordu kimi sevmiyordu  

Adam masaya onları da koydu  

Üç kere üç dokuz ederdi  

Adam koydu masaya dokuzu  

Pencere yanındaydı gökyüzü yanında  

Uzandı masaya sonsuzu koydu  

Bir bira içmek istiyordu kaç gündür  

Masaya biranın dökülüşünü koydu  

Uykusunu koydu uyanıklığını koydu  

Tokluğunu açlığını koydu.  

Masa da masaymış ha  

Bana mısın demedi bu kadar yüke  

Bir iki sallandı durdu  

Adam ha babam koyuyordu. 


EDİP CANSEVER






Geri Gelen Mektup

 Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden? 

Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu? 

Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden? 

Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.

Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse; 

Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse; 

Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,

Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,

Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla! 

Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince

Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince

Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım; 

Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.

Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın,

Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,

Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin; 

Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!

Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,

Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...

Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,

Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.

Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu! 

Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu! 

Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,

Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.

Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,

Tek bendeki volkanları söndürse denizler! 

Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil'

İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil

Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.

Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.

En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.

Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur; 

Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...


HÜSEYİN NİHALATSIZ 





Anlatamıyorum

 Ağlasam sesimi duyar mısınız,  

Mısralarımda; 

Dokunabilir misiniz, 

Gözyaşlarıma, ellerinizle?  

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, 

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu 

Bu derde düşmeden önce.  

Bir yer var, biliyorum; 

Her şeyi söylemek mümkün; 

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; 

Anlatamıyorum.  


Orhan Veli Kanık





Kitabe-i Seng-i Mezar

 

I

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada

Nasırdan çektiği kadar;

Hatta çirkin yaratıldığından bile

O kadar müteessir değildi;

Kundurası vurmadığı zamanlarda

Anmazdı ama Allah'ın adını,

Günahkâr da sayılmazdı.


Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.


II


Mesele falan değildi öyle,

To be or not to be kendisi için;

Bir akşam uyudu;

Uyanmayıverdi.

Aldılar, götürdüler.

Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.

Duysalar öldüğünü alacaklılar

Haklarını helal ederler elbet.

Alacağına gelince...

Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.


III


Tüfeğini deppoya koydular,

Esvabını başkasına verdiler.

Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,

Ne matarasında dudaklarının izi;

Öyle bir ruzigar ki,

Kendi gitti,

İsmi bile kalmadı yadigâr.

Yalnız şu beyit kaldı,

Kahve ocağında, el yazısıyla:

"Ölüm Allah'ın emri,

"Ayrılık olmasaydı."


ORHAN VELİ KANIK 







Serenad

 Yeşil pencerenden bir gül at bana,

Işıklarla dolsun kalbimin içi.

Geldim işte mevsim gibi kapına

Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.


Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak

Ben aşkımla bahar getirdim sana;

Tozlu yollarından geçtiğim uzak

İklimden şarkılar getirdim sana.


Şeffaf damlalarla titreyen, ağır

Koncanın altında bükülmüş her sak.

Seninçin dallardan süzülen ıtır,

Seninçin karanfil, yasemin zambak...


Bir kuş sesi gelir dudaklarından;

Gözlerin, gönlümde açan nergisler.

Düşen öpüşlerdir dudaklarından

Mor akasyalarda ürperen seher.


Pencerenden bir gül attığın zaman

Işıkla dolacak kalbimin içi.

Geçiyorum mevsim gibi kapından

Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.


Ahmet Muhip Dranas 




Fahriye Abla

 Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,

Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.

Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,

Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!

Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen

Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla

Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!



Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi,

Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;

Güneşin batmasına yakın saatlerde

Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.

Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;

Bahçende akasyalar açardı baharla.

Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!


Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;

Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.

İçini gıcıklardı bütün erkeklerin

Altın bileziklerle dolu bileklerin.

Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;

Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.

Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!


Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,

En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.

Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,

Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?

Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;

Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.

Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla!


Ahmet Muhip Dranas




Tek Hece Aşk

 Var mı beni içinizde tanıyan

Yaşanmadan çözülmeyen sır benim

Kalmasa da şöhretimi duymayan

Kimliğimi tarif etmek zor benim

Bülbül benim lisanımla ötüştü

Bir gül için can evinden tutuştu

Yüreğine Toroslar’ dan çığ düştü

Yangınımı söndürmedi kar benim

Niceler sultandı, kraldı, şahtı

Benimle değişti talihi, bahtı

Yerle bir eyledim taç ile tahtı

Akıl almaz hünerlerim var benim

Kamil iken cahil ettim alimi

Vahşi iken yahşi ettim zalimi

Yavuz iken zebun ettim Selimi

Her oyunu bozan gizli zor benim

Yeryüzünde ben ürettim veremi

Lokman Hekim bulamadı çaremi

Aslı için kül eyledim Keremi

İbrahim’in atıldığı kor benim

Sebep bazı Leyla bazı Şirindi

Hatırım için yüce dağlar delindi

Bilek gücüm Ferhat ile bilindi

Kuvvet benim, kudret benim, fer benim

İlahimle Mevlana’yı döndürdüm

Yunusumla öfkeleri dindirdim

Günahımla çok ocaklar söndürdüm

Mevladanım hayır benim, şer benim

Benim için yaratıldı Muhammed

Benim için yağdırıldı o rahmet

Evliyanın sözündeki muhabbet

Enbiyanın yüzündeki nur benim

Kimsesizim hısmım da yok hasmımda

Görünmezim cismimde yok resmimde

Dil üzmezim tek hece var ismimde

Barınağım gönül denen yer benim

Benim adım aşk!


CEMAL SAFİ 





Milyon Kere Ayten

 Ben bir Ayten’dir tutturmuşum oh ne iyi

Ayten’li içkiler içip sarhoş oluyorum ne güzel

Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin

Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor

Şarkılar söylüyorum

Şiirler yazıyorum Ayten üstüne

Saatim her zaman Ayten’e beş var

Ya da Ayten’i beş geçiyor

Ne yana baksam gördüğüm o

Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor

Bana sorarsanız mevsimlerden Aytendeyiz

Günlerden Aytenertesidir

Odur gün gün beni yaşatan

Onun kokusu sarmıştır sokakları

Onun gözleridir şafakta gördüğüm

Akşam kızıllığında onun dudakları

Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim

Ayten’i övecekseniz ne ala, oturabilirsiniz

Bir kadeh de sizinle içeriz Ayten’li

İki laf ederiz

Onu siz de seversiniz benim gibi

Ama yağma yok Ayten’i size bırakmam

Alın tek kat elbisemi size vereyim

Cebimde bir on liram var

Onu da alın gerekirse

Ben Ayten’i düşünürüm, üşümem

Üç kere adını tekrarlarım, karnım doyar

Parasızlık da bir şey mi

Ölüm bile kötü değil

Aytensizlik kadar

Ona uğramayan gemiler batsın

Ondan geçmeyen trenler devrilsin

Onu sevmeyen yürek taş kesilsin

Kapansın onu görmeyen gözler

Onu övmeyen diller kurusun

İki kere iki dört elde var Ayten

Bundan böyle dünyada

Aşkın adı Ayten olsun


Ümit Yaşar Oğuzcan 



Üçüncü Şahsın Şiiri

 gözlerin gözlerime değince

felâketim olurdu ağlardım

beni sevmiyordun bilirdim

bir sevdiğin vardı duyardım

çöp gibi bir oğlan ipince

hayırsızın biriydi fikrimce

ne vakit karşımda görsem

öldüreceğimden korkardım

felâketim olurdu ağlardım


ne vakit maçka'dan geçsem

limanda hep gemiler olurdu

ağaçlar kuş gibi gülerdi

bir rüzgâr aklımı alırdı

sessizce bir cıgara yakardın

parmaklarımın ucunu yakardın

kirpiklerini eğerdin bakardın

üşürdüm içim ürperirdi

felâketim olurdu ağlardım


akşamlar bir roman gibi biterdi

jezabel kan içinde yatardı

limandan bir gemi giderdi

sen kalkıp ona giderdin

benzin mum gibi giderdin

sabaha kadar kalırdın

hayırsızın biriydi fikrimce

güldü mü cenazeye benzerdi

hele seni kollarına aldı mı

felâketim olurdu ağlardım


Atilla İlhan 



Ben Sana Mecburum

 


Ben sana mecburum bilemezsin 

Adını mıh gibi aklımda tutuyorum 

Büyüdükçe büyüyor gözlerin 

Ben sana mecburum bilemezsin 

İçimi seninle ısıtıyorum 


Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor 

Bu şehir o eski İstanbul mudur? 

Karanlıkta bulutlar parçalanıyor 

Sokak lambaları birden yanıyor 

Kaldırımlarda yağmur kokusu 

Ben sana mecburum sen yoksun 


Sevmek kimi zaman rezilce korkudur 

İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur 

Tutsak ustura ağzında yaşamaktan 

Kimi zaman ellerini kırar tutkusu 

Birkaç hayat çıkarır yaşamasından 

Hangi kapıyı çalsa kimi zaman 

Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu 


Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor 

Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor 

Durup köşe başında deliksiz dinlesem 

Sana kullanılmamış bir gök getirsem 

Haftalar ellerimde ufalanıyor 

Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem 

Ben sana mecburum sen yoksun 


Belki Haziranda mavi benekli çocuksun 

Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor 

Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden 

Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun 

Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor 

Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin 

Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor 


Ne vakit bir yaşamak düşünsem 

Bu kurtlar sofrasında belki zor 

Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden 

Ne vakit bir yaşamak düşünsem 

Sus deyip adınla başlıyorum 

İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin 

Hayır başka türlü olmayacak 

Ben sana mecburum bilemezsin..

ATİLLA İLHAN 



Tarihin En Büyük Felaketi: Çernobil

 Öncelikle Çernobil nedir onu konuşalım, Çernobil o dönem SSCB'ye bağlı Ukrayna'nın  Pripyat kentinin yakınındaki bir nükleer santra...